Erkek Şaşılığı


Erkek Şaşılığı

Şaşıların sorununu biliyorsunuz. Biri iki görürler. Bazı şaşılar biri iki gördüklerini bilirler. Bunların şaşılığında şaşılacak bir şey yoktur. Bir de şaşı olup iki diye gördüğünü gerçekten iki bilenler vardır ki; bu şaşılık, şaşılacak bir şaşılıktır.

Mevlana’nın anlattığına göre, iki gördüğünü de gerç…ek zanneden şaşı çırağıyla baş etmek isteyen bir usta, çırağına illa da iki tane gördüğünü söylediği su testisinden birini kırdırır. Garip ki biri kırılan “iki” testinin “ikisi” de kırılıverir. Böylece, zorla da olsa anlar çırak şaşılığını. Ne çare testiler kırılmıştır bir kere.

Özellikle biz erkekler adı konmamış ama giderek ve sistemleşerek yaygınlaşan bir şaşılıkla malûlüz: Kadın kişiliğini ve kadın cinselliğini “iki ayrı” şey olarak görmek üzere şartlandırıyoruz. Kişilik, insanın bütünüyle ve bütünü temsil eden yüzüyle ilgilidir. İnsanın yüzünde insanın kendisini görürsünüz, onunla yüzüyle tanışırsınız, onu yüzüyle tanırsınız. Cinsellik ise kadın bedeninin göz, saç, bacak gibi beden detaylarıyla ilgilidir. Cinselliğe konu olan beden detaylarının insanın kendisiyle ilişkisi olması gerekmez. Birini bacağından tanımazsınız ya da onunla dolgun saçlarına bakarak tanışmazsınız.

Modern çağda, biz erkekler, her fırsatta, kişilikten tümüyle arınmış, olabildiğince stilize edilmiş, görsel olarak pürüzsüzleştirilmiş, paketlenmiş rüyalar olarak tasarlanmış çok sayıda cinsellik objesine maruz kalıyoruz. Tüketimine davet edilen şeyin ne olduğu hiç de önemli değil aslında, aşikâr ki önce kadın cinselliğini tüketmemiz isteniyor bizden. Bu işi nasılsa yutacağımızı biliyorlar. Cinsellik ile aramızdaki ilişkinin vazgeçilmezliğinden eminler.

Biz erkeklere, sürekli olarak, kadının kendisinin hiç olmadığı, kadının kimliğinin hiç uğramadığı objeler sunuluyor. Öyle ki, cinselliği aradığımızda yahut bulduğumuzda kadının kendisini ve kimliğini arıyor olmak gibi bir kaygıyı taşımaz şaşılar haline geliyoruz. Cinsellik orada, kadının kendisinden ayrı bir yerde, kadının kimliğinden ayrı bir şey olarak duruyormuş gibi geliyor bize. Stilize edilmiş bir kadın bedeninden o kadının adını bile bilmeden yararlanabilirmişiz gibi, güzelce boyanmış dudaklara, sahibinin yüzüne hiç bakmadan muhatap olabilirmişiz gibi, ahenkle dans eden dolgun saçları, çevrelediği kadın yüzünü hiç ciddiye almadan okşayabilirmişiz gibi… Cinsellik alabildiğine orta yerde ama kadının kendisi ortalıklarda gözükmüyor. Öyle ki, ideal vücut ölçülerini belirleyen standartlar bile üç rakamlık bir kalıpla muhatap oluyor bize. Hangi kadının kimliği rakamlara sığabilir? Kadın güzelliği 90-60-90′ın neresine gizlenebilir?

Derken benimseyiveriyoruz alttan alta verilen kabullenmeyi. Kişilik başka, cinsellik başka… Cinsellik fast-food gibi kolayca tüketilebilir, standart olarak etiketlenebilir, paketlenerek sunulabilir bir şeydir. Kimlik ise, dibi bulunmayan, bol saçaklı, karmaşık, ele avuca sığmaz, tanımlanamaz bir şeydir. Modernite cinselliği pazarlanabilir kalıplar içine sığdırmaya çalışırken, parmaklarının arasından kadın kimliğini, kadın kişiliğini bile isteye kaçırıyor.

Biz erkekler bu uygulamanın hem mazlumu hem zalimi gibi görünüyoruz. Kişiliksiz cinselliğin müşterileri olarak, bir taraftan sığ bir cinselliği kolayca tükettiğimizi kanıtlayarak uygulamanın yanında duruyor, diğer taraftan cinselliği kişilikten sterilize ederek gerçek cinsellikten yoksun bırakıyoruz kendimizi. Yani, testinin birini kırınca, ikisinden birden olan zavallı şaşı çırağın haline düşüyoruz.

Gözlerimiz her fırsatta “kişiliksiz cinsellik” fetişlerine maruz kaldıkça, kişiliğine saygı duyduğumuz kadın ile cinselliğine arzu duyduğumuz kadın birbirinden giderek uzaklaşıyor. Sonunda kimliğine muhatap olduğumuz, kişiliği hatırına evlendiğimiz helalimizle cinselliği yaşarken de, cinsel hazları alıştırageldiğimiz menüden almaya çalışıyoruz. Kimlikten arındırılmış, ruhsal derinlikten ayıklanmış, romans ve aşktan soyulmuş sığ bir cinselliğe mahkûm ediyoruz kendimizi. Zira, görsel şehvetin ardı sıra uzunca bir süre sürüklenmiş ve hâlâ sürüklenmekte olan biz erkekler, cinsel güzellik objelerini helalin sofrasından uzakta, aşk tabağı içine yerleştirmeden, romans baharatı katmadan tanıyageldik. Helalimizin cinselliğini onu derin ve ele avuca sığmaz kişiliğinin yanı sıra tatmanın en azından deneyimsel olarak yabancısıyız.

Helal dairesinde sırf kocasına özel olmak üzere saklanagelmiş kadın cinselliğini, bir gül goncası gibi iç içe sarılmış aşkın katmanlarıyla tatlandırmanın en azından alışkanlık düzeyinde acemisiyiz.

Bu yabancılıktan ve acemilikten olsa gerek, kendimize özel ziyafetin tadına varmak yerine, elimizdeki evimizdeki saklı hazineyi billboardlarda yağmalanan, meydanlarda ucuza pazarlanan paketli ve stilize cinsel objelerle kıyaslayarak sonu gelmez bir tatminsizliğe mahkûm ediyoruz kendimizi. Hep dışarıdan beslenen(!) gözlerimiz hep dışarıda kalıyor. Yanımızda cinselliği ile birlikte kendisi de hazır olan kadını ıskalıyoruz. Kadınımızı nitelikçe çoğaltmak yerine, onun kişiliğinde çoğalmak yerine, kadınımızın sayısını -helal formüllerle- çoğaltmaya çalışıyoruz. Cinselliği yitirdiğimiz yerde aramak yerine, bulduğumuz yerde yitiriyoruz. Sonuç olarak, hem cinselliği yitiriveriyoruz, hem kadını kaybediyoruz. Birini kırınca ikisinden de oluyoruz.

Gözlerimizi haramdan sakındıran Rabbimiz, sanıldığının aksine, bizi bir yoksunluğa, bir sınırlılığa değil helali daha çok zevk etmeye, güzelden daha çok nasiplenmeye davet ediyor. Haramdan sakınmak, helali genişletmek adınadır. Gelin görün ki şaşı olmuşuz bir kere. Biz erkekler, zalim olduğu sanılan mazlumlarız. Ne acı mazlumiyet!

Senai Demirci
Ve Aşk Evliliğin Ellerinden Tuttu” kitabından

Yorum bırakın