Var Olma Kuramı Olarak Çatışma


Batı toplumunun medeniyet nüveleri Yunan düşüncesinden ve Roma İmparatorluğunun sosyal yapısından oluşmaktadır. Her iki devletin uygarlık birikimleri “öteki” üzerine kurulu bir sosyal yapılanmayı gerektirir. Demokrasinin beşiği ve ilk uygulayıcısı olarak kabul ettikleri Yunan devletinde tebaa, efendi ve köle ayrımına tabi tutulmuştur. Aynı şekilde Roma İmparatorluğunda da asil Romalılar, Latin halk ve köleler diye bir tasnif söz konusudur. Mütekebbir bir uygarlık anlayışının günümüze sunduğu “ötekiler” ise düşmandır. Çünkü asırlar boyu iç savaş ve çekişme içinde debelenen batılıları bugün bir arada tutan maya düşman paranoyasıdır.

Genelde batı medeniyetini özelde ABD-İngiltere-İsrail ortak yapımı dünya imparatorluğunu ayakta tutan temel unsur çatışmadır. Batı medeniyetinin çatışma ortamındaki tarafı kurtarıcılık misyonunu temsil etmektedir. Çünkü batı medeniyetinin yaşaması için gerekli olan çatışma ortamının oluşmasının sebebini, karşı tarafa yüklemektedir. Hatta zulmün ve sömürünün kaynağı olmasına rağmen mağdur rolünde, karşı tarafı dünyayı ateşe verebilecek güç olarak tasvir edebilmektedir. Hal böyle olunca dünyanın yılmaz savunucuları ABD-İngiliz-İsrail şer üçlüsü, dünyayı ateşe verecek güçlere karşı, mücadele misyonunu yüklenmişlerdir.

Bilindiği gibi ABD siyasetinin temel belirleyicilerinin başında küresel sermaye gelmektedir. Doğal olarak küresel sermayenin pazar ihtiyacını karşılamakta ABD siyasetine düşmektedir. Çünkü ABD siyasetinin ve ekonomisinin dümeni küresel sermayenin elindedir. Küresel sermayenin en etkin gücü ise büyük silah tüccarlarıdır. Silah tüccarlarının en büyük pazarı ise çatışma ortamlarıdır. Altmış yıllık dünya siyasetine baktığımızda son yirmi yıla kadar oluşmuş çatışma ortamı soğuk savaş dönemidir. Soğuk savaş ana eksenini kapitalist batı bloku ile komünist doğu blokunun oluşturduğu çatışma eksenini ifade eder. Yarım asra yakın devam eden soğuk savaş döneminde her an gelebilecek bir tehlike beklentisi ile herkes silahlanma yarışına gitmiştir. Bu büyük çatışma ortamının yanında bölgesel ve küçük ölçekli çatışmaların temel sebebinin de küresel aktörler olduğunu söyleyebiliriz.

1990’ların başında doğu blokunun çökmesi ile birlikte mevcut çatışma ortamı ortadan kalkmış oldu. Bunun doğal sonucu olarak silah ekonomisinin daralan pazar alanlarına takviye yeni pazar ihtiyacı doğmuştur. Aynı zamanda var olma sebebi “ötekileştirme” olan ve ötekileştirdikleri ile çatışma içine giren batı için, mevcut düşmanın tasfiye olması ile yeni bir düşman oluşturma zorunluluğu doğmuştur. Enternasyonel blokun çökmesiyle ihtiyaç duyulan düşman ve çatışma ortamının bulunmasında zorluk çekilmemiştir. Bulunan yeni düşman İslam’dır. Artık çatışmanın yönü Doğu-Batı ekseninden Kuzey-Güney eksenine kayarken, düşmanın rengi kızıldan yeşile dönüşmüştür.

Ancak bulunan yeni düşman büyük bir birikime sahip medeniyetin parçalanmış kalıntılarından olduğu için, İslam’ın düşman olarak tamamen karşı tarafta bırakılması sonucunda bu parçalanmış yapının yeniden bütünleşmesi ve böylece kendinden üstün bir medeniyeti yeniden diriltme konusunda endişe duymuşlardır. Bundan dolayı çatışmanın diğer tarafını hem İslam’ın yeniden büyük bir medeniyet olarak filizlenmesini engelleyecek hem de Müslümanları zan altında bırakıp savunma psikolojisi içine sokacak özel bir düşmana bırakmışlardır. Seçilen bu düşman terörizmdir. Batının zihinlere yerleşmesini istediği tanımıyla “islami terörizm” dir.

Terörizmle mücadele adı altında İslam ile girişilen savaşta Müslüman ülkeler çatışmanın dışında gibi gözükse de, bilakis çatışmanın tam ortasındadırlar. Çünkü batının kendisini tehdit eden bütün oluşumlar terörizm ile yaftalanmaktadır. Sahip oldukları enformasyon gücü ile kamuoyunu diledikleri gibi yönlendirerek Müslümanlar arasında fikir ayrılığı doğurmaktadırlar. Sonuçta batılılar çatışma içine girdikleri örgüt ya da milleti – hangisi olursa olsun – öncelikle kamuoyu nezdinde desteksiz bırakarak yalnızlaştırmaktadırlar. Böylece İslam toplumunu bir bütün olarak karşılarına almazlar. Hatta İslam toplumu içerisinde açıktan ya da gizliden gizliye destek bile görürler. Bu desteğin sebebi işbirlikçi bir anlayışın eseri olabileceği gibi batının propagandası etkisi ile takınılmış bir tavırda olabilir.

Değinmemiz gereken diğer bir hususta İslam toplumlarında ki iç çatışma ve kaos ortamlarıdır. Bu durum batının yürüttüğü bir çatışma modeli olarak karşımızda durmaktadır. Kendi imkanlarını, maddi ve askeri gücünü kullanmadan oluşturduğu çatışma ortamından hem maddi hem de stratejik hamle olarak nemalanmaktadırlar. ABD ve avaneleri İslam toplumundaki bu çatışma ve kaos ortamını fırsat bilerek müdahale şansını ve hatta yetkisini kendilerinde buluyor ve buraları nüfuzu altına alıyorlar. Böylece kendilerine haklılık payı çıkarmaktadırlar. Ve gelebilecek tepkileri de bu şekilde engellemiş olurlar.

Genel itibariyle batı kapitalizmi kendisini sığınılması gereken bir şemsiye olarak görür. Gücünü muhafaza etmek için oluşturduğu düşmanı ne bitirir ne de onun güçlenmesine şans tanır. Batı kapitalizmini ayakta tutan güç aslında bu çatışma ortamının verdiği zihin karışıklılığı ile onun sorgulanamaz olmasıdır. Halbuki batı medeniyetinin sorgulanmaya başlanması çöküşünü de beraberinde getirecektir.

Muhammet Esiroğlu
Sayha dergi